top of page

YARGITAY KARARLARI 

Haksız Tahrik koşullarının oluşup oluşmadığına ilişkin karar

Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2017/362 E. , 2021/88 K. TCK 29 Haksız Tahrikte İlk Haksız Hareket Haksız Tahrikte Dengenin Bozulmaması İnsanın dış dünyaya yansıyan davranışlarını esas alan ceza hukuku, onun davranışlarında iç dünyasının, o anki ruh hâlinin ve genel psikolojik özelliklerinin önemi bulunduğunu kabul ederek bu psikolojik durumlara belli bir hukuki değer vermektedir. Bu itibarla modern ceza hukuku sadece işlenen suçu değil, suçun işlenmesinde etkili olan nedenleri göz önünde bulundurarak cezalandırma yoluna gitmektedir (Devrim Aydın, Yeni Türk Ceza Kanunu’nda Haksız Tahrik, AÜHFD, 2004, C. 54, s.225.). Haksız hareketin kişi üzerinde ve onun psikolojik aleminde bir tepki doğuracağını kabul eden modern ceza hukuku, failin bu durumunu değerlendirmekte, cezai sorumluluğunu azaltan bir sebep olarak görmektedir. Failin bu subjektif durumuna önem veren çeşitli ülkelerin ceza kanunlarında, failin cezasında belli oranlarda indirim yapılması esası kabul edilmiştir (M. Muhtar Çağlayan, Yargıtay İçtihatları Işığında Haksız Tahrik üzerine Bir İzah Denemesi, Adalet Dergisi, Ocak –Şubat, 1982, S.1, s.14.). Bu düşünceden hareketle 5237 sayılı TCK’nın 29. maddesinde de haksız tahrik; “Haksız bir fiilin meydana getirdiği hiddet veya şiddetli elemin etkisi altında suç işleyen kimseye, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası yerine onsekiz yıldan yirmidört yıla ve müebbet hapis cezası yerine oniki yıldan onsekiz yıla kadar hapis cezası verilir. Diğer hâllerde verilecek cezanın dörtte birinden dörtte üçüne kadarı indirilir” şeklinde, ceza sorumluluğunu azaltan bir neden olarak kabul edilmiştir. Ceza sorumluluğunu azaltan bir neden olarak düzenlenen haksız tahrik, kişinin haksız bir fiilin kendisinde meydana getirdiği hiddet ya da şiddetli elemin etkisi altında suç işlemesi durumunda kusur yeteneğindeki azalmayı ifade etmektedir. Bu hâlde fail, suç işleme yönünde önceden bir karar vermeden, dışarıdan gelen etkinin ruhsal yapısı üzerinde meydana getirdiği karışıklığın neticesi olarak bir suç işlemeye yönelmektedir. Bu yönüyle haksız tahrik, kusurun irade unsuru üzerinde etkili olan nedenlerden biridir. Başka bir anlatımla, haksız tahrik hâlinde failin iradesi üzerinde zayıflama meydana gelmekte, böylece haksız fiilin meydana getirdiği hiddet veya şiddetli elemin etkisi altındaki kişinin suç işlemekten kendisini alıkoyma yeteneği önemli ölçüde azalmaktadır. Ceza Genel Kurulunun istikrar kazanmış kararları ile öğretide de kabul gören görüşler doğrultusunda haksız tahrik hükmünün uygulanabilmesi için; a) Tahriki oluşturan haksız bir fiil bulunmalı, b) Fail öfke veya şiddetli elemin etkisi altında kalmalı, c) Failin işlediği suç bu ruhsal durumunun tepkisi olmalı, d) Haksız tahrik teşkil eden eylem mağdurdan sadır olmalıdır. 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda, 765 sayılı Kanun’da yer alan “ağır – hafif tahrik” ayırımına son verilerek; tahriki oluşturan eylem, somut olayın özelliklerine göre hâkim tarafından değerlendirilip, sanığın iradesine etkisi göz önünde bulundurulmak suretiyle, maddede gösterilen iki sınır arasında belirlenen oranda cezasından indirim yapılacağı hüküm altına alınmıştır. Haksız tahrik hükmünün uygulanabilmesi açısından, failin suçu ilk haksız fiilin doğurduğu öfke veya şiddetli elemin etkisiyle işleyip işlememesi önemlidir. Mağdur ya da ölenden gelen haksız hareketin psikolojik etkisinin devam ettiğinin kabulünde zorunluluk bulunan hâllerde, haksız tahrik hükmünün uygulanması gerekmektedir. Yerleşmiş yargısal kararlarda kabul edildiği üzere, gerek fail, gerekse mağdurun karşılıklı haksız davranışlarda bulunması hâlinde, tahrik uygulamasında kural olarak, haksız bir eylem ile mağduru tahrik eden fail, karşılaştığı tepkiden dolayı tahrik altında kaldığını ileri süremez. Ancak maruz kaldığı tepki, kendi gerçekleştirdiği eylemle karşılaştırıldığında aşırı bir hâl almışsa, başka bir deyişle tepkide açık bir oransızlık varsa, bu tepkinin artık başlı başına haksız bir nitelik alması nedeniyle fail bakımından haksız tahrik oluşturduğu kabul edilmelidir. Karşılıklı tahrik oluşturan eylemlerin varlığı hâlinde, fail ve mağdurun biri diğeri yönünden tahrik oluşturan bu haksız davranışları birbirlerine oranla değerlendirilmeli, öncelik-sonralık durumları ile birbirlerine etki-tepki biçiminde gelişip gelişmediği göz önünde tutulmalı, ulaştıkları boyutlar, vahamet düzeyleri, etkileri ve dereceleri gibi hususlar dikkate alınmalı, buna göre; etki-tepki arasında denge bulunup bulunmadığı gözetilerek, failin başlangıçtaki haksız davranışına gösterilen tepkide aşırılık ve açık bir oransızlık saptanması hâlinde, failin haksız tahrik hükümlerinden yararlandırılması yoluna gidilmelidir. Evrensel bir ceza hukuku temel ilkesi olan “kuşkudan sanık yararlanır” prensibi uyarınca bir olayda ilk haksız hareketin sanıktan mı, yoksa maktul ya da mağdurdan mı kaynaklandığının her türlü şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı delillerle kanıtlanamaması hâlinde, oluşan kuşku sanık lehine yorumlanarak sanığın TCK’nın 29. maddesindeki haksız tahrik hükmünden yararlandırılması gerektiği hususunda herhangi bir tereddüt bulunmadığı açık ise de bu kabulün dosya kapsamından anlaşılan olayın gerçekleşme biçimine, somut olayın özelliklerine ve hayatın olağan akışına uygun düşmesi zorunluluğu karşısında her olayın kendine özgü koşulları değerlendirilerek bir sonuca varılmalıdır. Bu bilgiler ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;…önceden haber vermeden iş yerinden ayrılan sanık …’in, çalıştığı günlerin ücretini hemen almak istemesi, inceleme dışı davanın katılanı …’ün ise sanığa belli bir süre sonra ücretini ödeyebileceğini belirtmesinden ibaret işçi-işveren ilişkisinden kaynaklanan ve çözüm mercisi hukuk mahkemeleri olan uyuşmazlığın haksız tahrik olarak kabulünün mümkün olmaması, sanık …’in alacağını istemek için iş yerine geldiğinde “Sana büyük zarar vereceğim” diyerek tehdit ettikten sonra …’ün boğazına sarılarak dışarı çıkarmaya çalışması karşısında ilk haksız hareketin sanıktan kaynaklanması, sanığın elinde çakı bıçağı olduğunu gören ve ağabeyi …’ü sanığın elinden kurtarmak isteyen katılan …’nin ise, elindeki fırça sapıyla sanığın eline vurmasının da etki-tepki dengesini sanık lehine değiştirmeyecek ölçüde orantılı bir müdahele olması karşısında; ilk haksız hareketin sanıktan kaynaklandığı anlaşıldığından sanık hakkında haksız tahrik hükmünün uygulanma koşullarının oluşmadığı kabul edilmelidir.

Taraflardan Birinin Yokluğunda Karar Verilmesi

2. Hukuk Dairesi 2016/8333 E. , 2017/9885 K. "İçtihat Metni" MAHKEMESİ :Asliye Hukuk (Aile) Mahkemesi DAVA TÜRÜ : Boşanma Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm davacı erkek tarafından temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü: Sözlü yargılamaya geçildiğinde tahkikat bitmiş durumdadır. Dava boşanmaya ilişkin olup, davacı erkek 22.12.2015 tarihli sözlü yargılama celsesine mazeret bildirmeksizin katılmamış, mahkemece davacı tarafa sözlü yargılama celsesine katılmadığı takdirde yokluğunda hüküm kurulacağı hususunun ihtar edildiği belirtilmek ve hazır bulunan davalıdan da davanın esasına dair son diyecekleri sorulmak suretiyle davanın reddine karar verilmiştir. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 150/2. maddesinde "Usulüne uygun şekilde davet edilmiş taraflardan biri duruşmaya gelir, diğeri gelmezse gelen tarafın talebi üzerine yargılamaya gelmeyen tarafın yokluğunda devam edilir veya dosya işlemden kaldırır hükmü yer almıştır. Bu maddede HMK 186/1 maddesine atıf yapılmadığı gibi, usulüne uygun ihtara rağmen gelmeyen tarafın yokluğunda karar verileceğinin Hukuk Muhakemeleri Kanununun 150. maddesinin istisnası olduğu da belirtilmemiştir. Mahkemece davacı erkeğin mazeretsiz olarak hazır bulunmadığı sözlü yargılama celsesinde hazır bulunan davalı tarafa yargılamaya davacı tarafın yokluğunda devam edip etmeyeceği hususu sorulup; devam etmek istediği takdirde davaya gelmeyen tarafın yokluğunda devam edilmesine, istemediği takdirde ise 6100 sayılı HMK 150. maddesi uyarınca yasal süresi içerisinde yenileninceye kadar dosyanın işlemden kaldırılmasına karar verilmesi gerekirken açık yasa hükmüne aykırı olacak şekilde hazır bulunan davalıya, davacı tarafın yokluğunda davayı takip edip etmeyeceği hususu sorulmadan yargılamaya devamla işin esası hakkında karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirmiştir. SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda gösterilen sebeple BOZULMASINA, bozma sebebine göre davacı erkeğin sair temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, temyiz peşin harcının istek halinde yatırana geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oyçokluğuyla karar verildi. KARŞI OY YAZISI Sözlü yargılamaya geçildiğinde tahkikat bitmiş durumdadır. Davacı eşe sözlü yargılama için çıkarılan davetiyede "belirlenen gün ve saatte mahkemede HAZIR BULUNMADIKLARI takdirde YOKLUKLARINDA HÜKÜM VERİLECEĞİNİ" söyleyip diğer yandan davacının hakimin bu sözüne GÜVENEREK gelmediğinde yokluğunda hüküm vermeyerek (HMK m. 186/1) dosyasının işlemden kaldırılmasına SÜRPRİZ KARAR vermek suretiyle davacıyı hakim eliyle yanıltmak hukuki dinlenilme hakkının ağır ihlali sonucunu doğurur. Kanun koyucu sözlü yargılamada HMK m. 150 hükmünün uygulanmasını isteseydi HMK m. 186/1 hükmüne gerek kalmazdı. HMK. m. 150 hükmü sözlü yargılama duruşması için uygulanmaz (Aynı görüş: Baki KURU, İstinaf Sistemine Göre Yazılmış Medeni Usul Hukuku, ...-2016 s. 609)

Avukatın Haksız Yere Baroya Şikayet Edilmesi

Hukuk Genel Kurulu 2017/1372 E. , 2018/1106 K. "İçtihat Metni" MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi Taraflar arasındaki “manevi tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, İstanbul Anadolu 20. (Kapanan Ümraniye 3.) Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 14.09.2012 gün ve 2004/95 E. 2012/551 K. sayılı kararın davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 4. Hukuk Dairesi’nin 26.12.2013 gün ve 2013/1940 E., 2013/20648 K. sayılı kararı ile, "...1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı kanıtlarla yasaya uygun gerektirici nedenlere, özellikle delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik görülmemesine göre davalının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları reddedilmelidir. 2-Diğer temyiz itirazına gelince; dava, haksız şikayet nedeniyle uğranılan manevi zararın ödetilmesi istemine ilişkindir. Yerel mahkemece, istemin bir bölümü kabul edilmiş; karar, davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir. Davacı vekili, davacının daha önce davalının vekilliğini yaptığını, davalının, kendi verdiği ve vekalet ilişkisinin sona erdiğine dair ibranameye rağmen, onun kaybolduğunu zannederek; müvekkilinden şantaj yoluyla para istediği, müvekkilinden para alamayan davalının savcılığa ve baroya şikayette bulunduğunu ayrıca hukuk mahkemesinde tazminat davası açtığını, müvekilinin beraat ettiğini, davalının haksız şikayetleri ile davacının kişilik haklarına saldırıda bulunduğunu belirterek; manevi tazminat istemli eldeki bu davayı açmıştır. Davalı vekili, davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir. Mahkemece, şikayetin haksız olduğu gerekçesi ile manevi tazminatın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Kişilik hakları hukuka aykırı olarak saldırıya uğrayan kimse manevi tazminat ödetilmesini isteyebilir. Yargıç, manevi tazminatın tutarını belirlerken, saldırı oluşturan eylem ve olayın özelliği yanında tarafların kusur oranını, sıfatını, işgal ettikleri makamı ve diğer sosyal ve ekonomik durumlarını da dikkate almalıdır. Tutarın belirlenmesinde her olaya göre değişebilecek özel durum ve koşulların bulunacağı da gözetilerek takdir hakkını etkileyecek nedenleri karar yerinde nesnel (objektif) olarak göstermelidir. Çünkü yasanın takdir hakkı verdiği durumlarda yargıcın, hukuk ve adalete uygun karar vereceği Medeni Yasa'nın 4. maddesinde belirtilmiştir. Takdir edilecek bu para, zarara uğrayanda manevi huzuru doğurmayı gerçekleştirecek tazminata benzer bir işlevi (fonksiyonu) olan özgün bir nitelik taşır. Bir ceza olmadığı gibi malvarlığı hukukuna ilişkin bir zararın karşılanmasını da amaç edinmemiştir. O halde bu tazminatın sınırı onun amacına göre belirlenmelidir. Takdir edilecek tutar, var olan durumda elde edilmek istenilen doyum (tatmin) duygusunun etkisine ulaşmak için gerekli olan kadar olmalıdır. Davaya konu olayda, olayın gelişimi, özellikle olay tarihi ve yukarıda açıklanan ilkeler gözetildiğinde, hüküm altına alınan manevi tazminat fazladır. Daha alt düzeyde manevi tazminata hükmedilmek üzere kararın bozulması gerekmiştir..." gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir. HUKUK GENEL KURULU KARARI Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü: Dava, haksız şikâyet nedeniyle kişilik haklarına saldırıdan kaynaklanan manevi tazminat istemine ilişkindir. Davacı vekili müvekkilinin bir dönem davalının avukatlığını yaptığını, davalı ile birlikte bir çok memurun işlerine son verilmesi nedeniyle Ümraniye Belediyesi aleyhine İstanbul İdare Mahkemesinde iptal davaları açtığını, bu davaların hepsini kazanarak işe iade kararları aldığını, bu kararların onanması hâlinde açılacak tam yargı davaları için hazırlık yaptıkları sırada davalı ile bürosunda görüştüğünü, bu sırada davalının başka avukata vekâletname vereceğini söyleyerek müvekkiline ibrayı da içeren vekalet ilişkisinin sona erdiğine dair bir yazı verdiğini, ancak müvekkilinin yanında sigortalı olarak çalışan avukatın ibranameyi fark etmeyerek davalı hakkındaki tam yargı davasını da diğer davalarla birlikte açtığını, durumu fark eden müvekkilinin davanın hataen açıldığını belgelemek istediğini ancak tüm aramalarına rağmen ibranameyi bulamadığını, davalıdan yeniden ibraname istemesi üzerine davalının müvekkilini tehdit ettiğini ve şantaj yaptığını, daha sonra davalının noter ihtarnamesi ile 6.000,00 TL vermediği takdirde hakkında yasal yollara gideceğini bildirdiğini, müvekkilinden para alamayan davalının savcılığa suç duyurusunda bulunduğunu, soruşturma izni verilmesi ve son soruşturmanın açılması aşamalarından sonra müvekkilinin ibranameyi bir başka dosya içinde bularak mahkemeye sunduğunu, davalının bu kez de imza inkârında bulunarak müvekkilinin sahtecilik suçundan cezalandırılmasını istediğini, Ağır Ceza Mahkemesince yaptırılan imza incelemesi sonucu ibranamedeki imzanın davalıya ait olduğunun belirlenmesi üzerine müvekkili hakkında beraat kararı verildiğini, davalı hakkında iftira suçundan suç duyurusunda bulunulduğunu, davalının ayrıca müvekkili hakkında İstanbul Barosuna da şikâyet dilekçesi verdiğini, Baro Yönetim Kurulunca hâlen ceza yargılamasının sonucu beklenmekte ise de, müvekkilinin şu an itibariyle hâlen kayıtlarda şikâyet edilen avukatlar arasında yer aldığını, davalının bununla da kalmayıp Kadıköy 3. Asliye Hukuk Mahkemesinde maddi - manevi tazminat davası açtığını, sonuç olarak davalının kendi verdiği ve vekâlet ilişkisini sona erdiğine dair ibranameye rağmen, müvekkilinin bulamamasından faydalanarak gerek cezai yönden, gerek baroya şikâyet, gerekse hukuk mahkemesinde tazminat talebiyle verdiği dilekçelerinde de kullandığı dil ve suçlamalarla müvekkilinin kişilik haklarına saldırıda bulunduğunu ileri sürerek 15.000,00 TL manevi tazminatın haksız fiil tarihi olan 23.12.2002 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir. Davalı vekili davacının dayandığı azilname ve ibranamenin tarihsiz olduğunu, müvekkilinin böyle bir belge imzaladığını hatırlamadığını, davacının mahkemeye sunulması için imzalattığı diğer belgelerle birlikte imzalatılmış olabileceğini düşündüğünü, ibranameden haberi olmadığından imza itirazında bulunduğunu, davasının geç açılması nedeniyle zarara uğrayan müvekkilinin anayasal şikâyet hakkını kullanarak yasal yollara başvurduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur. Yerel mahkemece davalının şikâyet ve dava hakkını haksız bir şekilde ve manevi tazminatı gerektirecek ağırlıkta kullandığı, manevi tazminat miktarının ise, tarafların sosyo-ekonomik durumları, davacının olaydan duyduğu elem ve rencide duygusu dikkate alınarak ve davalının yoğun kastı da gözetilerek ancak manevi tazminatın bir zenginleşme aracı olmayacağı, öte yandan davacının duyduğu acı ve elemi de bir nebze hafifletecek miktarla belirlendiği gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne, 6.000,00 TL manevi tazminatın baroya yazdığı şikâyet dilekçesinin tarihi olan 23.12.2002 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmiştir. Davalı vekilinin temyizi üzerine karar Özel Dairece yukarıda açıklanan gerekçelerle bozulmuştur. Yerel mahkemece davalının şikâyetinin yıllarca vekilliğini yapan avukatına karşı olduğu, vekâlet ilişkisinin gerektirdiği ahde vefa ve geçmişin hukukuna saygının bir kenara bırakılarak sırf bir miktar para alabilmek için, karşı tarafı mesleğinden edebilecek, kamu hizmetlerinden yasaklanmasını gerektirebilecek bir iftira atıldığı, bu hususun her ne kadar kesinleşmemişse de ceza mahkemesi kararıyla vurgulandığı, davacı avukatın yıllarca disiplin soruşturmasına, ceza soruşturmasına muhatap olup sonunda da yargılandığı, hem mesleği hem istikbali söz konusu olduğundan çok etkilendiği ve endişelendiği, mesleki yönden de küçük düştüğü, itibar kaybına uğradığı, bu olayda 6.000,00 TL manevi tazminatın az olduğunun tartışılabileceği ancak kesinlikle çok olduğunun söylenemeyeceği belirtilerek ve önceki gerekçeler tekrar edilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir. Direnme kararını davalı vekili temyiz etmiştir. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık: davalının haksız şikâyet teşkil eden eylemi nedeniyle kişilik hakları saldırıya uğrayan davacı yararına takdir edilen manevi tazminat miktarının fazla olup olmadığı noktasında toplanmaktadır. Uyuşmazlığın çözümüne geçilmeden önce, konuya ilişkin yasal düzenleme ve ilkelerin ortaya konulmasında yarar vardır: 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 24. maddesinde: “Hukuka aykırı olarak kişilik hakkına saldırılan kimse, hakimden, saldırıda bulunanlara karşı korunmasını isteyebilir. Kişilik hakkı zedelenen kimsenin rızası, daha üstün nitelikte özel veya kamusal yarar yada kanunun verdiği yetkinin kullanılması sebeplerinden biriyle haklı kılınmadıkça, kişilik haklarına yapılan her saldırı hukuka aykırıdır.” hükmü yer almaktadır. Dava konusu haksız eylemin gerçekleştiği tarihte yürürlükte bulunan 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun “Şahsi Menfaatlerin Haleldar Olması” başlıklı 49. maddesinde ise: “Şahsiyet hakkı hukuka aykırı bir şekilde tecavüze uğrayan kişi, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat namıyla bir miktar para ödenmesini dava edebilir. Hâkim, manevi tazminatın miktarını tayin ederken, tarafların sıfatını, işgal ettikleri makamı ve diğer sosyal ve ekonomik durumlarını da dikkate alır. Hakim, bu tazminatın ödenmesi yerine, diğer bir tazmin sureti ikame veya ilave edebileceği gibi tecavüzü kınayan bir karar vermekle yetinebilir ve bu kararın basın yolu ile ilanına da hükmedebilir.” düzenlemesine yer verilmiştir. Dava ve karar tarihinde yürürlükte bulunan 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun “Kişilik hakkının zedelenmesi” başlıklı 58. maddesinde de: “Kişilik hakkının zedelenmesinden zarar gören, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat adı altında bir miktar para ödenmesini isteyebilir. Hâkim, bu tazminatın ödenmesi yerine, diğer bir giderim biçimi kararlaştırabilir veya bu tazminata ekleyebilir; özellikle saldırıyı kınayan bir karar verebilir ve bu kararın yayımlanmasına hükmedebilir.” şeklinde düzenleme bulunmaktadır. Türk Medeni Kanunu’nun 24. ve 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 49. (6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 58.) maddeleri ile koruma altına alınan kişilik hakları, kişisel varlıkların korunmasıyla ilgilidir. Kişisel varlıklar, bedensel ve ruhsal tamlık ve yaşam ile nesep gibi insanın, insan olmasından güç alan varlıklar ya da kişinin adı, onuru ve sır alanı gibi dolaylı varlıklar olarak iki kesimlidir. Görüldüğü üzere; BK'nın 49. (6098 sayılı TBK’nın 58.) maddesi gereğince kişilik hakları hukuka aykırı olarak saldırıya uğrayan kimse manevi tazminata hükmedilmesini isteyebilir. Burada kural olarak doğrudan doğruya zarar görme koşulu aranmaktadır. Ancak kişilik değerlerinin kapsam ve çerçevesi, yerleşik değer yargılarına ve yaşam deneyimine bağlı olarak belirlenmelidir. BK'nın 49. maddesi genel bir düzenleme olup, öngördüğü koşullar gerçekleştiğinde, ruhsal uyum dengesi sarsılanın, kişilik değerlerine saldırı nedeniyle manevi tazminat isteyebilmesi olanağı vardır. Manevi tazminat isteminin temelinde, davalının haksız eylemi yatmaktadır. Bilindiği üzere haksız eylemin unsurları, hukuka aykırı fiil, kusur, zarar ve fiil ile zarar arasında illiyet bağı bulunmasıdır. Öte yandan, mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu'nun 47. (6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 56.) maddesinde düzenlenen manevi tazminatta kusurun gerekmediği, ancak takdirde etkili olabileceği, 22.06.1966 tarih ve 1966/7 E., 1966/7 K. sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında açıkça vurgulanmıştır. Bu kararın gerekçesinde, takdir olunacak manevi tazminatın tutarını etkileyecek özel hâl ve şartlar da açıkça gösterilmiştir. Bunlar her olaya göre değişebileceğinden, hâkim bu konuda takdir hakkını kullanırken, ona etkili olan nedenleri de karar yerinde objektif ölçülere göre isabetli bir biçimde göstermelidir. Yine Borçlar Kanunu’nun 47. (Türk Borçlar Kanunu’nun 56.) maddesi hükmüne göre, hâkimin, özel hâlleri göz önünde tutarak, manevi zarar adı ile hak sahibine verilmesine karar vereceği tutar adalete uygun olmalıdır. Hâkim, manevi tazminatın miktarını tayin ederken saldırı teşkil eden eylem ve olayın özelliği yanında tarafların kusur oranını, sıfatını, işgal ettikleri makamı ve diğer sosyal ve ekonomik durumlarını da dikkate almalıdır. Miktarın belirlenmesinde her olaya göre değişebilecek özel hâl ve şartların bulunacağı da gözetilerek takdir hakkını etkileyecek nedenleri karar yerinde objektif olarak göstermelidir. Çünkü kanunun takdir hakkı verdiği hususlarda hâkimin hukuka ve hakkaniyete göre hüküm vereceği Türk Medeni Kanunu’nun 4. maddesinde belirtilmiştir. Hükmedilecek bu para, zarara uğrayanda manevi huzuru doğurmayı gerçekleştirecek tazminata benzer bir fonksiyonu olan özgün bir nitelik taşır. Manevi tazminat bir ceza olmadığı gibi mal varlığı hukukuna ilişkin bir zararın karşılanmasını da amaç edinmemiştir. O halde bu tazminatın sınırı onun amacına göre belirlenmelidir. Takdir edilecek miktar, mevcut hâlde elde edilmek istenilen tatmin duygusunun etkisine ulaşmak için gerekli olan kadar olmalıdır. Tüm bu açıklamalar ve yasal düzenlemeler ışığında somut olay incelendiğinde; Davalının avukatı olan davacının, açtığı işe iade davasının davalı lehine sonuçlanmasından sonra, açılacak tam yargı davası için davalının başka avukata vekâletname vereceğini söyleyerek davacıya vekâlet ilişkisinin sona erdiğine ve davacıyı ibra ettiğine dair imzalı bir yazı verdiği, ancak davacının yanında sigortalı olarak çalışan avukatın ibranameyi fark etmeyerek davalı hakkındaki tam yargı davasını da diğer davalarla birlikte açtığı, durumu fark eden davacının davanın hataen açıldığını belgelemek istediği ancak bu sırada ibranameyi kaybettiği, bunun üzerine davalı tarafından davacıya noter aracılığıyla bir ihtarname gönderilerek mesleğinin gerektirdiği hassasiyeti göstermediği iddiasıyla 6.000,00 TL ödemediği takdirde davacı hakkında yasal yollara gideceğini, İstanbul Barosuna ve Cumhuriyet Savcılığına şikâyette bulunacağını bildirdiği, davacının herhangi bir ödeme yapmaması üzerine davalının İstanbul Barosuna ve Kadıköy Cumhuriyet Başsavcılığına şikâyet dilekçesi verdiği, ayrıca Kadıköy 3. Asliye Hukuk Mahkemesinde maddi - manevi tazminat istemiyle dava açtığı, davacı hakkında görevi ihmal suçundan açılan kamu davasında yargılama yapıldığı sırada davacının ibranameyi bir başka dosya içinde bularak mahkemeye sunduğu, davalının mahkemedeki beyanında ibranamenin altındaki imzanın kendisine ait olmadığını belirterek imza inkârında bulunduğu, Ağır Ceza Mahkemesince yaptırılan imza incelemesi sonucu ibranamedeki imzanın davalıya ait olduğunun belirlendiği, bunun üzerine davacının beraatine karar verildiği, beraat kararı ile birlikte davalı hakkında suç duyurusunda bulunulduğu, açılan kamu davasının yargılaması sonucu davalının iftira suçundan cezalandırılmasına karar verildiği, ancak temyiz aşamasında zamanaşımına uğradığı, davacı hakkında Baro Yönetim Kurulunca yapılan disiplin soruşturmasında ceza yargılamasının sonucunun beklendiği, davacının yıllarca İstanbul Barosu kayıtlarında şikâyet edilen avukatlar arasında yer aldığı anlaşılmaktadır. Hukuk mahkemesinde görülen tazminat davasının sonucunda ise ibraname alınmış olması nedeniyle davanın yanlışlıkla açılmasında avukatın ihmal ve kusurunun bulunmadığı, herhangi bir zarar oluşmadığı hâlde sehven dava açılmasından ve reddinden kazanç elde etmeye çalışmanın dürüstlük kuralına uygun düşmeyeceği gibi, kendi kusurundan doğan zararı talep etmenin yasaya uygun görülmediği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş, bu kararın temyizi üzerine Yargıtay 13. Hukuk Dairesince onanarak kesinleşmiştir. Eldeki davada, davalının vekâlet ilişkisinin sona erdiğine ve davacıyı ibra ettiğine dair imzalı bir yazı vermiş olmasına rağmen, davacının ibranameyi kaybetmesi üzerine davacı hakkında gerek Cumhuriyet Savcılığına, gerek İstanbul Barosuna şikâyet dilekçeleri vermek, gerekse hukuk mahkemesinde tazminat talebiyle dava açmak suretiyle hak arama özgürlüğünün kötüye kullanıldığı, Anayasal şikâyet hakkının sınırlarının aşıldığı ve böylece davacının kişilik haklarına saldırıda bulunduğu hususunda herhangi bir uyuşmazlık bulunmamaktadır. Bunun yanında davacı lehine hükmedilen manevi tazminat miktarına da bakıldığında olay tarihi, taraflar arasındaki olayların gelişim şekli, hakkındaki şikâyetler üzerine soruşturma ve dava sürecinde davacı tarafından yaşanan üzüntü ve endişe, mesleki ve kişisel itibar kaybı ile tarafların ekonomik ve sosyal durumları dikkate alındığında, hükmedilen manevi tazminatın miktarı makul olup, objektif ölçülere göre takdir edildiği ve fazla olmadığı kanaatine varılmıştır. Hâl böyle olunca yerel mahkemenin davalının eyleminin ağırlığı ve meydana getirdiği sonuçlar itibariyle takdir edilen manevi tazminat miktarının çok olmadığı gerekçesiyle verdiği direnme kararı yerindedir. Açıklanan nedenlerle direnme kararı onanmalıdır. SONUÇ: Davalı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının yukarıda açıklanan nedenlerle ONANMASINA, aşağıda dökümü yazılı (371,36 TL) harcın temyiz edenden alınmasına, gerekli temyiz ilam harcı peşin alındığından başka harç alınmasına yer olmadığına, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 16.05.2018 gününde oy çokluğu ile karar verildi.

Avukatın Haksız Yere Azli

Hukuk Genel Kurulu 2017/634 E. , 2021/59 K. "İçtihat Metni" MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi 1. Taraflar arasındaki “itirazın iptali” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Kütahya 2. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın kısmen kabulüne ilişkin karar davacı ve davalılar vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 13. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir. 2. Direnme kararı davacı tarafından temyiz edilmiştir. 3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü: I. YARGILAMA SÜRECİ Davacı İstemi: 4. Davacı dava dilekçesinde; davalıların avukatı olarak Kütahya 1. Asliye Hukuk Mahkemesinde tapu iptali ve tescili davasını takip ettiği sırada haklı bir neden olmaksızın karardan önceki son oturumda vekâletten azledildiğini, taraflar arasında yazılı avukatlık sözleşmesi olmadığını, davanın davalıların lehine sonuçlanmasına rağmen hakettiği vekâlet ücretinin ödenmediğini, tahsili için başlattığı icra takibine haksız itiraz edildiğini ileri sürerek takibe vaki itirazın 10.050,00TL miktar üzerinden kısmen iptali ile bu miktar üzerinden icra inkâr tazminatına karar verilmesini istemiş, 15.05.2013 havale tarihli ıslah dilekçesiyle de; 1136 sayılı Avukatlık Kanunu’na göre hem akdi hem karşı taraf vekâlet ücretinin avukata ait olduğunu, davalıların avukatı sıfatıyla takip ettiği davanın kararının kesinleşmesi nedeniyle davalılardan olan alacağının 10.050,00TL akdi ve 10.050,00TL karşı taraf vekâlet ücreti olmak üzere toplam 20.100,00TL olduğunu belirterek icra takibine yapılan itirazın iptali ile takibin 20.100,00TL üzerinden devamına karar verilmesini talep etmiştir. Davalı Cevabı: 5. Davalılar vekili cevap dilekçesinde; davaya konu tapu iptali ve tescil davasında avukat olan davacının azlinden sonra hüküm kurularak vekâlet ücretine karar verildiğini, ilamda geçen vekâlet ücretinin alacaklısının Avukatlık Kanunu’nun 164/5 ve 166/3. maddelerinde yazılı bulunduğunu ve henüz belediyeden tahsil edilmediğini, gerek sözleşmeye gerekse hükme göre davacının bir alacağının olmadığını savunarak davanın reddine karar verilmesini istemiştir. Mahkeme Kararı: 6. Kütahya 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 13.02.2014 tarihli ve 2012/418 E., 2014/46 K. sayılı kararı ile; azlin haksız olduğu, taraflar arasında yazılı ücret sözleşmesi bulunmaması nedeniyle akdi vekâlet ücretinin Avukatlık Asgari Ücret Tarifesine göre belirleneceği, bu bakımdan Avukatlık Kanunu’nun 164. maddesinin 4. ve son fıkraları gereğince 10.050,00TL akdi ve 10.050,00TL yasal vekâlet ücreti alacağının olduğu ancak hükümle öngörülen 10.050,00TL vekâlet ücretinin henüz takip tarihinde ve işbu itirazın iptaline ilişkin dava tarihinde belediyeden tahsil edilip davalılara verilmemiş olması nedeniyle muaccel hâle gelmediği gerekçesiyle ıslah edilen davanın kısmen kabulüyle icra takibine yapılan itirazın 10.050,00TL’ye yönelik kısmının iptaline, fazlaya ilişkin istemin reddine, hüküm altına alınan asıl alacak tutarı yönünden davalıların %20 oranında icra inkâr tazminatına mahkûm edilmelerine karar verilmiştir. Özel Daire Bozma Kararı: 7. Yerel Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı ve davalılar vekili tarafından temyiz isteminde bulunulmuştur. 8. Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin 17.06.2015 tarihli ve 2014/15733 E., 2015/20683 K. sayılı kararı ile; “…1-Dosyadaki yazılara kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre davalıların tüm temyiz itirazlarının reddi gerekir. 2-Dosyanın incelenmesinde; Davacının, 10.8.2010 tarihinde aldığı vekaletname ile davalılar adına tapu iptal davası açmak ve haklarında başka bir davada temsil etmekle görevlendirildiği, taraflar arasında yazılı ücret sözleşmesinin bulunmadığı, davalılar adına Kütahya 1.Asliye Hukuk Mahkemesinin 2010/338 esasında tapu iptal davası açtığı, davalılar vekili olarak temsil ettiği görevini gereği gibi yürütürken davalıların gerekçe göstermeksizin 23.01.2012 tarihinde kendisini azlettikleri, eldeki davanın müvekkil ve karşı yan vekalet ücretinin tahsili için açıldığı dosya kapsamından anlaşılmaktadır. Avukatlık Kanununun, 174. maddesinde, “Avukatın azli halinde ücretin tamamı verilir. Şu kadar ki, avukat kusur veya ihmalinden dolayı azledilmiş ise ücretin ödenmesi gerekmez. ”Avukatın haksız olarak azli halinde, davacı avukat Avukatlık Kanunu 164/4.maddede düzenlenen müvekkil vekalet ücreti ve 164/son fıkrasında düzenlenen karşı yan vekalet ücretini talep hakkına sahiptir. Davacı avukat azledilmekle, artık dosyadan elini çekmiş olup, karşı yan vekalet ücretini dahi davalı yararına tahsile koyamayacağından tahsil edilmiş olma şartı aranmaz. Mahkemece, davacı avukatın azlinin haksız olduğuda kabul edilmiştir.Hal böyle olunca davacı avukat yararına karşı yan vekalet ücretinin tahsiline karar verilmesi gerekirken ,yanlış değerlendirme ile bu talebinin reddine karar verilmiş olması usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirir...” gerekçesiyle karar bozulmuştur. Direnme Kararı: 9. Kütahya 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 12.05.2016 tarihli ve 2016/8 E., 2016/269 K. sayılı kararı ile; önceki karar gerekçelerinin yanında, davacının vekâlet ücretini tahsil etmesi için mutlaka vekâlet ilişkisinin gerekmediği, nitekim dosyada da davacı vekilinin takip yaptığı, yargılama vekâlet ücretinin davalılara dava tarihinden sonra 12.11.2013’de ödendiği, Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin benzer içtihatları gereğince de dava tarihinde yargılama vekâlet ücretinin tahsil edilmiş sayılamayacağı, bu nedenle ret kararı verilmesinde yanlışlık olmadığı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir. Direnme Kararının Temyizi: 10. Direnme kararı süresi içinde davacı tarafından temyiz edilmiştir. II. UYUŞMAZLIK 11. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; haksız azledilen avukatın henüz tahsil edilmeyen karşı taraf vekâlet ücretini dava konusu edip edemeyeceği noktasında toplanmaktadır. III. GEREKÇE 12. Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle vekâlet sözleşmesinin açıklanmasında ve vekâlet ücretine değinmekte yarar bulunmaktadır. 13. Vekâlet sözleşmesi, somut olayda uygulanması gereken mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun (BK) 386. maddesinin 1. fıkrasında “Vekalet, bir akittir ki onunla vekil, mukavele dairesinde kendisine tahmil olunan işin idaresini veya takabbül eylediği hizmetin ifasını iltizam eyler.” şeklinde tanımlanmıştır. 14. Vekâlet sözleşmesi ile vekil, müvekkiline karşı iş görme borcu altına girer. Bu bir hizmet edimi, geniş anlamda iş edimi, bir başkası lehine faaliyet de olabilir. Hukuki fiillere ilişkin vekâlette vekil, müvekkilinin menfaatine olarak hukuki işlemler gerçekleştirmek, özellikler subjektif haklar iktisap etmek, kullanmak ve devretmeyi yükümlenir (Yalçınduran T.: Vekalet Sözleşmesinde Ücret, Ankara 2007, s. 35). 15. Avukatlık sözleşmesi ise, her iki tarafa borç yükleyen, ücret karşılığında ivazlı nitelikte olan, belli bir hukuki yardımın yapılmasını öngören ve sözleşmenin bir tarafının mutlaka avukatın oluşturduğu sözleşme türüdür. 16. Avukat ile müvekkil arasında imzalanan sözleşme de vekâlet sözleşmesi niteliğindedir. Ancak genel bir vekâlet sözleşmesinden farklı olarak 1136 sayılı Avukatlık Kanunu gereğince “ücret”, sözleşmenin zorunlu unsurudur. Avukat bu sözleşme ile hukuki yardımda bulunmayı, müvekkil ise yapılan hukuki yardım karşılığında bir ücret ödemeyi üstlenmektedir. Ücretin sözleşme ile belirlenmesi zorunlu olmayıp işin görülmesinden önce veya sonra kararlaştırılması mümkündür. Yanlar arasında ücret konusunda yazılı veya sözlü bir sözleşmenin yapılmaması hâlinde ücret, Avukatlık Kanunu ve Avukatlık Asgâri Ücret Tarifesine göre belirlenir (Kurtoğlu T.: Akdi Vekalet Ücreti ve Avukatın Hukuki Sorumluluğu, Ankara 2016, s. 24, 25). 17. Vekâlet ücreti, savunma hakkının en önemli parçası olan hukuki danışmanlık görevinin, konunun uzmanı hukukçular tarafından yapılmasının doğal sonucudur. Avukatların mesleklerini serbestçe ve herhangi bir kaygı olmadan yapabilmeleri için yaptıkları hizmetin karşılığı olan makul bir ücret almaları gerekir (Anayasa Mahkemesinin 03.03.2004 tarihli ve 2004/8 E., 2004/28 K. sayılı kararı). 18. Avukatlık Kanunu’nun "Avukatlık ücreti" kenar başlıklı 164. maddesi; "Avukatlık ücreti, avukatın hukuki yardımının karşılığı olan meblağı veya değeri ifade eder. Yüzde yirmibeşi aşmamak üzere, dava veya hükmolunacak şeyin değeri yahut paranın belli bir yüzdesi avukatlık ücreti olarak kararlaştırılabilir. İkinci fıkraya göre yapılacak sözleşmeler, dava konusu para dışındaki mal ve haklardan bir kısmının aynen avukata ait olacağı hükmünü taşıyamaz. Avukatlık asgari ücret tarifesi altında vekalet ücreti kararlaştırılamaz. Ücretsiz dava alınması halinde, durum baro yönetim kuruluna bildirilir. (Değişik üçüncü ve dördüncü cümle:13/1/2004 - 5043/5 md.) Avukatlık ücretinin kararlaştırılmamış olduğu veya taraflar arasında yazılı ücret sözleşmesinin bulunmadığı yahut ücret sözleşmesinin belirgin olmadığı veya tartışmalı olduğu veya ücret sözleşmesinin ücrete ilişkin hükmünün geçersiz sayıldığı hallerde; değeri para ile ölçülebilen dava ve işlerde asgari ücret tarifelerinin altında olmamak koşuluyla ücret itirazlarını incelemeye yetkili merci tarafından davanın kazanılan bölümü için avukatın emeğine göre ilamın kesinleştiği tarihteki müddeabihin değerinin yüzde onu ile yüzde yirmisi arasındaki bir miktar avukatlık ücreti olarak belirlenir. Değeri para ile ölçülemeyen dava ve işlerde ise avukatlık asgari ücret tarifesi uygulanır. Dava sonunda, kararla tarifeye dayanılarak karşı tarafa yüklenecek vekalet ücreti avukata aittir. Bu ücret, iş sahibinin borcu nedeniyle takas ve mahsup edilemez, haczedilemez." hükmünü içermekte olup, buna göre avukatın iki çeşit ücret alacağı bulunmaktadır. 19. Bunlar, avukat ile iş sahibi/müvekkili arasındaki sözleşme ilişkisinden doğan avukatlık ücreti ile yargılama sonunda haklı çıkan taraf yararına hükmedilen ve yargılama gideri niteliğinde olan avukatlık ücretidir. Her iki ücretin kaynağı farklı olup uygulama ve yargısal kararlarda bunlardan ilkine sözleşmeden doğduğu için "akdi vekâlet ücreti", ikincisine ise kaynağını kanundan aldığı ve yargılama sonunda dava ya da takibin karşı tarafından tahsiline karar verildiği için "yasal vekâlet ücreti" ya da "karşı taraf vekâlet ücreti" denilmektedir. 20. Avukatlık sözleşmesi, sözleşme ile üstlenilen edimin yerine getirilmesi veya sürenin dolması ile sona erebileceği gibi avukatın istifası ya da müvekkilin azli ile de sona erebilir. 21. BK’nın 396/1. maddesi “Vekaletten azil ve ondan istifa her zaman caizdir. Şu kadarki münasip olmayan bir zamanda vekaletten azil veya ondan istifa eden kimse diğerinin zararını zamin olur.” hükmünü içermekte olup, vekâlet sözleşmesi vekil ile müvekkil arasında güven unsuruna dayanan bir sözleşme olması nedeniyle yanlar dilediği zaman sözleşme ilişkisine son vermek hakkına sahiptir. Bu durumda sözleşme ilişkisi devam ederken vekil her zaman istifa edebileceği gibi müvekkil de onu her zaman azletme hakkına sahiptir. İstifa ve azil hakkı tek taraflı ve karşı yana varması gereken irade beyanı ile kullanılır ve sözleşmeyi ileriye etkili olarak sona erdirdiği gibi azil ve istifa beyanı herhangi bir şekle bağlı değildir (Yalçınduran, s. 97, 98). 22. Avukatlık sözleşmesinin azil ile sona ermesi hâlinde avukatlık ücretinin, müvekkil tarafından yapılan azil işleminin haklı olup olmadığına göre belirlenmesi gerekmektedir. 23. Avukatlık Kanunu’nun 174/2. maddesinde “Avukatın azli halinde ücretin tamamı verilir. Şu kadar ki, avukat kusur veya ihmalinden dolayı azledilmiş ise ücretin ödenmesi gerekmez” hükmü mevcuttur. Buna göre avukatın kusur ve ihmaline dayalı olmaksızın yapılan haksız azil sonucunda, avukatın vekâlet ücretinin tamamı, dava lehe sonuçlanıp kesinleşmiş gibi, muaccel hâle gelir. Bu vekâlet ücreti “akdi” ve “yasal (karşı taraf)” vekâlet ücretinin toplamından oluşmaktadır. 24. Anılan düzenlemeye göre; avukat haklı bir nedenle azledildiği takdirde ücrete hak kazanamaz. Azil haklı kabul edildiği hâlde, hakkaniyet gereğince ücrete hak kazanıldığından da söz edilemez. Haksız azil hâlinde ise, avukat hangi aşamada olursa olsun, üstlendiği işe dair avukatlık ücretinin tamamının ödenmesi gerekir. Bu hâlde de, hak edilecek ücretten hakkaniyet indirimi yapılması doğru olmayacaktır. 25. Avukat, takip edip sonuçlandırmış olduğu işler yönünden, azlin haklı olup olmadığına bakılmaksızın ücrete hak kazanır. Azil, ancak azil tarihi itibariyle henüz sonuçlanmamış olan işler bakımından hukuki sonuç doğurur (Kurtoğlu, s. 178). 26. Nitekim, aynı hususlara Hukuk Genel Kurulunun 14.01.2020 tarihli ve 2017/13-1821 E, 2020/12 K.; 13.10.2020 tarihli ve 2019/13-15 E., 2020/749 K. sayılı kararlarında da değinilmiştir. 27. Tüm bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; eldeki davada azlin haksız olduğu ve davacının akdi ve yasal tüm vekâlet ücretini eski müvekkilleri olan davalılardan isteyebileceği hususu çekişmesiz olup, çekişme karşı taraf vekâlet ücretinin ne zaman muaccel olacağına ilişkindir. Davacı avukat azledilmekle, artık dosyadan elini çektiğinden karşı taraf vekâlet ücretini dahi davalılar yararına tahsile koyamaz. Bu durumda alacağını ancak eski müvekkilinden talep edebilirse de, bu kez karşı taraf vekâlet ücretinin borçlusundan tahsil edilmesinin beklenmesi doğru olmayacaktır. Aksi hâlde, haksız olarak azledilmiş olan avukatın hak ettiği karşı taraf vekâlet ücreti alacağına kavuşması, kendisini haksız olarak azleden, dolayısıyla aralarında niza başlamış olan eski müvekkilinin insafına bırakılmış olacaktır ki, böyle bir durumun hukuk düzeni tarafından korunması beklenemez. Buradan hareketle karşı taraf vekâlet ücretinin haksız azil ile birlikte muaccel olduğunun kabulü gerekir. 28. Hâl böyle olunca; Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uymak gerekirken direnme kararı verilmesi usul ve yasaya aykırıdır. 29. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır. IV. SONUÇ: Açıklanan nedenlerle; Davacının temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, HUMK’nın 440/III-1. maddesi gereğince karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 09.02.2021 tarihinde oy birliği ile kesin olarak karar verildi.

Kiralayanın Birden Fazla Konutunun Olması Gerçek ve Samimi Bir İhtiyaç Mıdır?

T.C. BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ Bursa 4. Hukuk Dairesi Esas No: 2022/580 Karar No: 2022/2356 Karar Tarihi: 08.12.2022 KİRALANANIN TAHLİYESİ DAVASI – DAVACININ BİRDEN FAZLA KONUTU KİRADA İSE HANGİSİNDE OTURACAĞI KONUSUNDA SEÇİM HAKKI BULUNDUĞU – DAVACININ EŞİNİN İNTERNET SİTESİNDE SATILIK İLANI VERMESİ, DAVACININ KONUTA İHTİYACI OLMADIĞI ANLAMINDA YORUMLANAMAYACAĞI – DAVACININ İHTİYACININ GERÇEK VE SAMİMİ OLDUĞUNUN KABULÜ İLE TAHLİYEYE KARAR VERİLMESİ GEREKİRKEN DAVANIN REDDİNE KARAR VERİLMİŞ OLMASI HATALI OLDUĞU – DAVANIN KABULÜ GEREKTİĞİ ÖZET: Davacının, dava tarihinde Bandırma’da 2 ayrı konutun maliki olduğu anlaşılmaktadır. Diğer konut boş ve kullanıma müsait ise davacının konut ihtiyacı geçerli ve samimi kabul edilemez. Ancak, dosyaya sunulan …/…/… tarihli kira sözleşmesi ile bu konutun kirada olduğu anlaşılmaktadır. Davacının birden fazla konutu kirada ise, hangisinde oturacağı konusunda seçim hakkı bulunmaktadır. O halde, diğer konutun varlığı ihtiyacın gerçek olmadığını göstermemektedir. Öte yandan, davacının eşinin internet sitesinde satılık ilanı vermesi, davacının bu konuta ihtiyacı olmadığı anlamında yorumlanamaz. Kişilerin çeşitli sebeplerle satılık ilanı vermesi mümkündür. O halde, davacının ihtiyacının gerçek ve samimi olduğunun kabulü ile tahliyeye karar verilmesi gerekirken davanın reddine karar verilmiş olması hatalı olmuştur. Dairemizce istinaf isteminin bu sebeple kabulü ve kararın kaldırılması gerekmiştir. HMK ilgili maddesinde “Yargılamada eksiklik bulunmamakla beraber, kanunun olaya uygulanmasında hata edilip de yeniden yargılama yapılmasına ihtiyaç duyulmadığı takdirde veya kararın gerekçesinde hata edilmiş ise” Bölge Adliye Mahkemesince “düzelterek yeniden esas hakkında” hüküm kurulacağı düzenlenmiştir. Yargılamadaki hukuka aykırılıkların niteliğine göre eksikliklerin dairemizce dosya üzerinden tamamlanması mümkün olup davada yeniden yargılama yapılmasına ihtiyaç duyulmadığından ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına ve davanın esası hakkında dairemizce hüküm kurulması gerekmiştir. (6100 S. K. m. 355) (6098 S. K. m. 350, 351) İstinaf incelemesi için dairemize gönderilen dosya içindeki tüm belgeler ile dairemiz üyesi tarafından hazırlanan ön inceleme ve inceleme raporu incelendi. Gereği görüşüldü: TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMALARININ ÖZETİ: Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; müvekkilinin …. Mahallesi, …. Caddesi, …. Sitesi A Blok No:4 Bandırma/Balıkesir adresinde bulunan taşınmazı 11.10.2019 tarihinde satın aldığını, davalının satın alınan dava konusu taşınmazda 11.07.2019 tarihli kira akdine binaen davalı sıfatıyla bulunduğunu, davacının Bandırma ilçesi sınırlarında başka bir konutu bulunmadığını, davacının taşınmazı ihtiyacı sebebiyle satın aldığını, davalı kiracıya kira sözleşmesinin feshedileceği ve taşınmazın tahliyesi hususunda ihtarnamenin tebliğ edildiğini, ancak davalı tarafından taşınmazın tahliye edilmediğini belirtilerek, dava konusu taşınmazın ihtiyaç sebebiyle tahliyesine karar verilmesini talep etmiştir. Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; davalının taşınmazı 01.07.2020 başlangıç tarihli kira sözleşmesi ile dava dışı …. isimli kişiden kiraladığını, taraflar arasında şifahen yapılan görüşmede davacının eşi tarafından davalıya Bandırma ilçesi sınırında başka taşınmazlarının bulunduğunun beyan edildiğini, ayrıca gereksinim sebebiyle tahliyesi talep edilen taşınmaza ilişkin sahibinden.com adlı siteye 748440423 ilan numarası ile 410.000-TL bedelle satılık ilanının eklendiğini, davacının eşinin kendisini emlak işiyle uğraşan biri olarak tanıttığını, tarafların aylık kira bedeli 1.450,00-TL olmak üzere kira ilişkisinin devamını kararlaştırdığını, sonrasında huzurdaki davanın açıldığını davanın reddini savunmuştur. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARININ ÖZETİ: İlk derece mahkemesince yapılan yargılama sonucunda, iddia, savunma ve tüm dosya kapsamına göre; yeni malikin ihtiyacı sebebiyle kiralananın tahliyesine ilişkin açılan davanın reddine karar verilmiştir. İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ: İstinaf eden davacı vekili sunmuş olduğu istinaf dilekçesinde özetle; davacının ihtarname tarihinde Bandırma’da bulunan ve kirada olan 2 adet konutundan davalının oturduğu konutuna ihtiyaç sebebiyle tahliye talebinde bulunduğunu, diğer konutunda kirada olduğunu, bu durumda ihtiyacın gerçek ve samimi olduğunu belirterek kararın kaldırılmasını talep etmiştir. HMK’nun “İncelemenin Kapsamı” başlıklı 355. maddesinde “İnceleme, istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak yapılır. Ancak, bölge adliye mahkemesi kamu düzenine aykırılık gördüğü takdirde bunu resen gözetir.” düzenlemesi bulunmaktadır. Bu nedenle dairemizce inceleme, istinaf başvuru dilekçesinde gösterilen istinaf sebepleri ve mahkemece resen gözetilmesi gereken, kamu düzenine aykırılık oluşturan sebeplerle sınırlı olarak yapılmıştır. DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ ve GEREKÇE: Dava, yeni malikin ihtiyacı nedeniyle tahliye talebine ilişkindir. Türk Borçlar Kanunu’nun 351.maddesinde “Kiralananı sonradan edinen kişi, onu kendisi, eşi, altsoyu, üstsoyu veya kanun gereği bakmakla yükümlü olduğu diğer kişiler için konut veya işyeri gereksinimi sebebiyle kullanma zorunluluğu varsa, edinme tarihinden başlayarak bir ay içinde durumu kiracıya yazılı olarak bildirmek koşuluyla, kira sözleşmesini altı ay sonra açacağı bir davayla sona erdirebilir. Kiralananı sonradan edinen kişi, dilerse gereksinim sebebiyle sözleşmeyi sona erdirme hakkını, sözleşme süresinin bitiminden başlayarak bir ay içinde açacağı dava yoluyla da kullanabilir.” düzenlemesi bulunmaktadır. Önceki malik ile davalı arasında yapılan 01.07.2019 tarihli kira sözleşmesi ile kiralanan konutun bir yıl süre ile davalıya kiraya verildiği görülmektedir. Davacı bu konutu 11.10.2019 tarihinde satın almış ve 08.11.2019 tarihli ihtarname ile satın almayı davalıya bildirerek 01.07.2020 tarihinde taşınmazın tahliyesini talep etmiştir. Bu dava yeni dönem başladıktan sonra 1 ay içerisinde 26.07.2020 tarihinde süresinde açılmıştır. Mahkemece davacının, dava tarihinde maliki olduğu 2 adet konuttan 600 Evler Mahallesinde bulunan taşınmazın dava açıldıktan sonra satılması, davacının eşinin tahliye konusu taşınmaza yönelik internet sitesine satılık ilanı eklemesi, davacının halihazırda annesinin evinde oturduğu hususları bir arada değerlendirildiğinde ihtiyacın samimi olmadığı kabul edilerek davanın reddine karar verilmiştir. Türk Borçlar Kanununun 350/1 ve 351. maddesine göre işyeri ihtiyacına dayalı olarak açılan tahliye davalarında ihtiyaçlının kirada olması halinde ihtiyacın varlığının kabulü için ihtiyaçlının ya tahliye tehdidi altında bulunması veya kiralananın yapılacak iş için daha üstün nitelikte olması, en azından halen iş yapılan yerle eşdeğer nitelikte bulunması gerekir. Eşdeğerlik durumu varsa mülkiyet hakkına üstünlük tanınmalıdır. Bu iki halden birisinin varlığı ihtiyacın kabulü için yeterlidir. Her iki halin birlikte olması gerekmez. Tahliye tehdidinin varlığı davacı tarafından ileri sürülmemiş ise mahkemece kendiliğinden nazara alınamaz. Oysa kiralananın halen iş yapılan yerden üstün olduğu ileri sürülmemiş olsa bile ihtiyaç iddiasının içinde bu husus da mevcut olduğundan mahkemece uzman bilirkişi aracılığıyla keşif yapılarak kıyaslama suretiyle bu hususun belirlenmesi gerekir. Konut ihtiyacı nedeniyle tahliye istemlerinde ise; ihtiyacın varlığının kabulü için ihtiyaçlının tahliye tehdidi altında bulunması veya kiralananın daha üstün nitelikte olması ya da eşdeğer nitelikte olması gerekmez. Davacı malikin kendisinin kirada olması yeterlidir. Mahkemece davacının, annesinin evinde oturması ihtiyacın gerçek olmadığına delil olarak kabul edilmiş ise de herkes mülkiyet hakkının sonucu olarak maliki olduğu dairede oturma hakkına sahiptir. İster bir kira sözleşmesi yapılsın, isterse bedelsiz olarak olsun malik davacı annesinin evinde oturmaya devam etmesi hususunda zorlanamaz. Kaldı ki dosyaya kira sözleşmesi sunulmuş olup, davacının annesi ile eşi arasında yapılan 20.06.2017 tarihli kira sözleşmesi uyarınca kiracı olduğu anlaşılmaktadır. Davacının, dava tarihinde Bandırma’da 2 ayrı konutun maliki olduğu anlaşılmaktadır. Diğer konut boş ve kullanıma müsait ise davacının konut ihtiyacı geçerli ve samimi kabul edilemez. Ancak, dosyaya sunulan 01.10.2019 tarihli kira sözleşmesi ile bu konutun kirada olduğu anlaşılmaktadır. Davacının birden fazla konutu kirada ise, hangisinde oturacağı konusunda seçim hakkı bulunmaktadır. O halde, diğer konutun varlığı ihtiyacın gerçek olmadığını göstermemektedir. Öte yandan, davacının eşinin internet sitesinde satılık ilanı vermesi, davacının bu konuta ihtiyacı olmadığı anlamında yorumlanamaz. Kişilerin çeşitli sebeplerle satılık ilanı vermesi mümkündür. O halde, davacının ihtiyacının gerçek ve samimi olduğunun kabulü ile tahliyeye karar verilmesi gerekirken davanın reddine karar verilmiş olması hatalı olmuştur. Dairemizce istinaf isteminin bu sebeple kabulü ve kararın kaldırılması gerekmiştir. HMK 353/1-b-2 maddesinde “Yargılamada eksiklik bulunmamakla beraber, kanunun olaya uygulanmasında hata edilip de yeniden yargılama yapılmasına ihtiyaç duyulmadığı takdirde veya kararın gerekçesinde hata edilmiş ise” Bölge Adliye Mahkemesince “düzelterek yeniden esas hakkında” hüküm kurulacağı düzenlenmiştir. Yargılamadaki hukuka aykırılıkların niteliğine göre eksikliklerin dairemizce dosya üzerinden tamamlanması mümkün olup davada yeniden yargılama yapılmasına ihtiyaç duyulmadığından ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına ve davanın esası hakkında dairemizce hüküm kurulması gerekmiştir. HÜKÜM: Yukarıda açıklanan nedenlerle, İstinaf başvurusunun KABULÜNE, A.- Bandırma Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 2020/796 Esas 2021/1617 Karar sayılı dava dosyasında verilen 05.10.2021 tarihli kararın HMK 353/1-b-2 maddesi uyarınca KALDIRILMASINA, Harçlar Kanunu’nun Eki-1 sayılı tarife A-III-2-a maddesi uyarınca istinaf edenden peşin olarak alınan 59,30 TL istinaf karar harcının ilk derece mahkemesince istem halinde istinaf edene iadesine, İstinaf kanun yoluna başvurma harcı iade edilmeyip yargılama giderlerine dahil edilmesi gerektiğinden, istinaf eden tarafından yatırılan istinaf kanun yoluna başvurma harcı 162.10 TL, 3 adet e-tebligat gideri 16,50 TL ile PTT gideri 69,60 TL toplamı 248,20 TL yargılama giderinin davalıdan alınarak davacıya verilmesine, İstinaf gider avansının kullanılmayan kısmının Bölge Adliye ve Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Cumhuriyet Başsavcılıkları İdarî ve Yazı İşleri Hizmetlerinin Yürütülmesine Dair Yönetmeliğin 207/1. maddesi uyarınca istinaf edene iadesine, B.-Davanın KABULÜNE, Davalının 01.07.2019 başlangıç tarihli kira sözleşmesi uyarınca kiracısı olduğu …. Mahallesi, …. Caddesi, …. Sitesi A Blok No:4 Bandırma/Balıkesir adresindeki taşınmazdan ihtiyaç nedeniyle TAHLİYESİNE, Yıllık kira bedeli 17.400,00 TL üzerinden Harçlar Kanunu’nun Eki-1 sayılı tarife A-III-1-a maddesi uyarınca nispi olarak hesaplanan karar harcı 1.188,59 TL harçtan, peşin olarak alınan 54,40 TL karar harcı ile 242,75 TL tamamlama harcı düşüldükten sonra geriye kalan 891,44 TL karar harcının davalıdan alınarak HAZİNEYE GELİR KAYDINA, Davacı tarafından yapılan ilk dava harcı 87,20, tamamlama harcı 242,75 TL ile dökümü UYAP harç masraf ayrıntıların görülen 138,30 TL olmak üzere toplam 468,25 TL yargılama giderinin davalıdan alınarak davacıya verilmesine, Davalı tarafından yapılan yargılama giderlerinin kendi üzerinde bırakılmasına, Dava değeri üzerinden karar tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin 3 kısmına göre hesaplanan nispi vekalet ücreti maktu miktarın altında kaldığından tarifenin 13/1 maddesi uyarınca 2 kısım 2. Bölüm 7 numaralı alt bendine göre maktu 5.500,00 TL vekalet ücretinin davalıdan alınarak davacıya verilmesine, Kullanılmayan yargılama gider avansının Bölge Adliye ve Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Cumhuriyet Başsavcılıkları İdarî ve Yazı İşleri Hizmetlerinin Yürütülmesine Dair Yönetmeliğin 207/1. maddesi uyarınca yatıranlara iadesine, Dosya üzerinden yapılan inceleme sonucunda, 08.12.2022 tarihinde oybirliği ile karar verildi

İhtiyacın Gerçek, Samimi ve Zorunlu Olması 

3. Hukuk Dairesi 2018/3867 E. , 2018/6531 K. "İçtihat Metni" MAHKEMESİ :SULH HUKUK MAHKEMESİ Taraflar arasındaki kiralananın tahliyesi davasının mahkemece yapılan yargılaması sonucunda, davanın kabulüne yönelik olarak verilen hükmün, süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine; temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra, dosya içerisindeki kağıtlar okunup gereği düşünüldü: Y A R G I T A Y K A R A R I Davacı, 31/01/2014 tarihinde açtığı işbu dava ile taşınmazı 11/11/2013 tarihinde işyeri olarak kullanmak üzere satın aldığını, kendisinin de kurucu üyesi ve sahibi olduğu ... Giyim San. Tic. Ltd. Şti. tarafından üretilen gömleklerin perakende satış mağazası olarak kullanacağından bahisle kiralananın tahliyesine karar verilmesini talep etmiştir Davalı, ihtiyacın samimi ve gerçek olmadığını belirterek davanın reddini dilemiştir. Mahkemece, davanın kabulü ile kiralananın tahliyesine karar verilmiş, hüküm davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir. İhtiyaç iddiasına dayalı davalarda tahliyeye karar verilebilmesi için ihtiyacın gerçek, samimi ve zorunlu olduğunun kanıtlanması gerekir. Devamlılık arzetmeyen geçici ihtiyaç tahliye nedeni yapılamayacağı gibi henüz doğmamış veya gerçekleşmesi uzun bir süreye bağlı olan ihtiyaç da tahliye sebebi olarak kabul edilemez. Davanın açıldığı tarihte ihtiyaç sebebinin varlığı yeterli olmayıp, bu ihtiyacın yargılama sırasında da devam etmesi gerekir. Davacı ...'ın ... Giyim San. Tic. Ltd. Şti.'nin ortağı ve 26/07/2016 tarihi itibariyle münferiden yetkilisi olduğu anlaşılmaktadır.Bu durumda davacı ...'ın sözü edilen şirkette ortak ve aynı zamanda şirketi münferiden temsile yetkili olarak çalıştığı subuta erdiğinden, ihtiyaçlının sabit bir işinin bulunduğunun ve bu işin başka iş yapmasına imkan vermediğinin kabulü gerekir. Bu durum ise, davacının işsiz ve boşta olmadığını göstermektedir.Türk Borçlar Kanunu zorunlu ihtiyacı tahliye nedeni olarak kabul etmiştir. Faal bir işi bulunan ve o işi bırakmayan kişinin başka bir iş yerine zorunlu ihtiyacı olduğu kabul edilemez. Bu sebeple zorunlu, gerçek ve samimi ihtiyaca dayanmayan davacının davasının reddine karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçe ile davanın kabulüne karar verilmesi doğru değildir. Hüküm bu nedenle bozulmalıdır. SONUÇ: Yukarıda açıklanan esaslar göz önünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan kabulü ile hükmün HUMK.nun 428.maddesi gereğince davalı yararına BOZULMASINA ve peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 6100 sayılı HMK'nun geçici madde 3 atfıyla 1086 sayılı HUMK.nun 440.maddesi gereğince karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 07.06.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

bottom of page